Çocukluğuma Yolculuk

Yıllar yıllar önceydi... Her yaz Ayrancı'ya gider, dedem ve anneannemin evinde kalırdık. Evin önündeki bahçeye ya da biraz daha uzaktaki daha büyük meyve bahçelerine işçilerle beraber gider, meyveleri dalından toplardık ama daha çok yerdik :) Yan koşumuz Perihan Teyze'nin çocukları Refi ve Ümit'le akşama kadar oyun oynar, acıktığımızda dalından toplantığımız vişneleri terletip mideye indirirdik...

Önce dedem vefat etti... En sevdiğim dedemdi...Yıl 1989'du... 5.sınıftaydım...Öğrendiğimde yaşadığım üzüntü, o yaz gidip de dedemi göremeyince daha da artmıştı. O yaz sadece anneannem ve iki dayım vardı. Dayılarımı çok görmezdik. Çünkü sabah 5'te evden çıkarlar, gece de geç gelirlerdi... Anneannem de kendi halinde bir kadındı. Evinde öylece oturur dışarı bakardı, bizi seyrederdi. Biz oyunlara devam ederdik. Ağaçların tepesinden inmez, midemiz bozuluncaya kadar beyaz kiraz yerdik.

Gündüzleri yetmezmiş gibi geceleri de Refi ve Ümit'le sokağa çıkar, gecenin zifiri karanlığında yıldızlara bakıp hikayeler uydururduk...

Sonra anneanemi kaybettik... ve biz (kardeşim ve ben) Ayrancı'ya gitmez olduk. O kadar gitmemişizki aradan 20 yıl geçmiş. Çok uzun hatta gereğinden uzun bir zaman... 20 yılı garipseyip, aklın nerdeydi diyebilirsiniz ama bu kısımlar uzun mevzular üzerinden durmadan geçiyorum...

Son zamanlarda hep niyetlenip bir türlü gidemediğim Ayrancı'ya geçen hafta yolum düştü. İş için gittiğim Karaman'dan otobüse atlayıp Ayrancı'nın yolunu tuttum. Sürprizleri seven ben, yine sürpriz yapma heyecanıyla bindim otobüse. O 40 dakika geçmek bilmedi desem, her halde az çok anlarsınız beni.

Ve işte Ayrancı'daydım... Beni karşılamaya gelen tanımadığım akrabalarımla dede evine 20 yıl sonra gitmenin hüznü, sevinci ve heyecanını aynı anda yaşamam da garipsenecek bir durum değil elbet... Ve ilk karşılaşma büyük dayım Vedat'la.... sadece birbirimize bakıp, hiç birşey söylemeden saatlerce sarılı kaldık. O ağladı, ben ağladım. Kolay değil 20 yıl... O artık 72 yaşında yaşlı bir adam, bense 33 yaşında bir kadın.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamayan ve bu gerzek şehirde kendini saçma sapan hayat koşturmacasına bırakan ben, zamanı tokat gibi suratımda hissediverdim. Ardından küçük dayım Rüştü çıka geldi. Küçük dediğime bakmayın. O da 56 yaşında olmuş... Ama o an sanki ben 13 yaşında, onlar da daha genç gibiydi. Sanki hiçbirşey değişmemiş ama çok şey değişmiş gibiydi...

Karmaşık duyguların yarattığı yorgunlukla sızmışım...Sabah olduğunda soluğu komşumuz Perihan Teyzem'lerde aldım. Reşat Enişte (Perihan Teyze'nin kocası) açtı kapıyı. Baktı öyle boş boş... Tanıyamadı.... O yaşlanmış, ben de büyümüştüm. Refi ve Feyzan Ablayı da gördüm.

Sanki hiç ayrılmamışısz gibi bıraktığımız yerden devam ettik. Refi, köpeklerinin beni nasıl kovaladığını anlattıp bizi güldürdü. Yüzler ve ifadeler değişmiş ama geri kalan herşey buz gibi kala kalmıştı... Ne güzeldi çocukluk anılarını yad etmek...

Onlara veda ederken, kalan zamanımı biraz daha dayımlarla geçirmek için evin yolunu tuttum... Diz dize oturmalarımız ben gidene kadar devam etti...

Ben onların aslan yeğeni, onlar da benim aslan dayılarım... 20 yıldır görmediğim ana toprağına ve dayılarıma veda zor oldu. Rahmetli dedemin gözü gibi baktığı, tepesinden inmediğim elma ve kiraz ağaçlarına da...

Share this:

CONVERSATION

1 yorum: