Berlin in Berlin- Bölüm I



Pek merak ettiğim, gidilecek yerler listesinde öylece bekleyip duran Berlin'e bir iş seyahati bahanesiyle gitme şansı buldum. Tipik bir Avrupa şehrinden çok farklı olan bu şehir, farklı tarzıyla beni etkisine aldı.

Son zamanlarda Avrupa'nın en popüler kenti olan Berlin, kültür-sanattan gece hayatına, tasarımdan festivallere kadar uzanan birçok farklı alternatif sunuyor.

Benim gibi zamanınız kısıtlıysa, işte size bazı öneriler....

Berlin'de ilk gün

Uçaktan iner inmez karşılaştığım kuyrukla ufak bir şaşkınlık yaşamadım desem yalan olmaz. Zira bu sıranın sebebi körüğün çıkışındaki pasaport kontrol gişesiydi. Pasaport kontrol gişelerinin hemen yanından ise bavullar çıkıyordu. Böylesine büyük bir şehrin, böylesine küçük havaalanı olmasını pek bi yadırgadım doğrusu.

Tegel Havaalanı'ndan taksiyle Landsberger Allee'deki Andels Otel'e giderken,ufak bir panoromik tur yaptım. Şehrin doğusuna doğru gittikçe gördüğüm binalar, adeta bi Sovyet ülkesindeymişsiniz hissini yaşatıyor. Doğu ve Batı Berlin arasındaki farkı işte bu blok halindeki binalar çok iyi özetliyor.
Otele eşyaları atar atmaz, bir metro ve şehir haritası alarak yola koyuluyorum. Şansıma hava yağmurlu değil. 27 EUR'ya haftalık metro kartı alıyorum. Bu kartla metro, tren, otobüs ya da tramvaya 1 hafta boyunca dilediğiniz kadar binebilirsiniz. Şehrin en uç yerine bile yayılmış geniş ulaşım ağı ile her yere rahatlıkla gidebiliyorsunuz.

Bu kartı aldığınızda, kartı okutacağınız bir turnike aramayın. Kart okuyucular trenlerin içinde ve ilk binişinizde mutlaka okutmanız gerekiyor, aksi takdirde sürpriz bir denetim sonucu biletinizi okutmadığınız için ceza yiyebilirsiniz.

İlk durağım, Doğu Berlin'in merkezi; Alexanderplatz'daki meşhur TV kulesi diğer bir adıyla Berliner Fernsehturm. 368 metre olan bu kule, Avrupa'daki en yüksek 4. büyük desteksiz yapısı. Girişi 11 EUR olan bu kuleye çıkma girişimlerim, dışarıya taşan kuyruğu görmemle başlamadan sona eriyor. TV Kulesi Pzt-Cmt.'leri saat 09:00-16:00 arasında ziyaretçi kabul ediyor. Fırsatınız varsa bu ziyareti Cumartesiye bırakmamanızı tavsiye ederim.




TV Kulesine çıkış girişimlerim başarısızlıkla sonuçlanınca tabana kuvvet Berlin Katedrali'ne (Berliner Dom) doğru yola çıkıyorum. Yürürken St. Marienkirche kilisesinin önündeki "Stop ACTA" gösterilerine denk geliyorum. Nedir bu ACTA derseniz? Anti-Counterfeiting Trade Agreement yani fikir eserleri üzerinde hak sahibi olanların internete doğrudan müdahale etmesine imkan veren bir sansür anlaşması. Birkaç fotoğraf çektikten sonra Berlin Katedrali'ne doğru devam ediyorum. Berin Katedrali'ne giriş 10 EUR. Eğer şansınız varsa kilise orgu ile çalınan kilise müziği dinleyebilirsiniz. Gittiğiniz zamanda bir klasik müzik konserine denk gelirseniz, kaçırmayın derim. 270 basamak çıktıktan sonra 114 metre yüksekliğindeki kubbeden Müzeler adasını ve muhteşem Berlin manzarasını tepeden görebilirsiniz.
Berlin Katedrali ilk olarak 1700'lerin ortasında Johann Boumann tarafından Barok tarzında tasarlanmış. 1822'de Karl Friedrich Schinkel neo-klasik bir tarzda yapıyı yeniden modellemiş. 1894 yılında Alman imparatoru II. Willhelm kilisenin yıkılarak yeniden yapılmasını emretmiş. Mimar Julius Raschdorff tarafından yeniden Neo-barok tarzında tasarlanan katedral 1905 yılında bitirilmiş. II. Dünya Savaşı boyunca ağır hasar gören katedral, 1975-1981 yılları arasında bu kez mimar Günter Stahn tarafından tasarlanarak yeniden yapılmış.

Berlin Katedrali'nden çıktıktan sonra hemen karşısında kurulan pazara gidiyorum. Ufak bir pazar ama bir kolaksiyonerseniz ilginizi çekebilecek ikinci el eşyalar ve plaklar bulabilirsiniz.
Pazardaki kısa turdan sonra bi otobüse atlayarak Parlamento Binası'na yani Reichstag'a gidiyorum. Heyecanla girişe doğru yöneliyorum ancak maalesef 2-3 gün önceden internetten rezervasyon yaptırmak gerektiğini öğreniyorum. O yüzden burayı görmek isterseniz aşağıdaki linkten rezervasyonunuzu yaptırmayı unutmayın.
https://visite.bundestag.de/BAPWeb/pages/createBookingRequest.jsf?lang=en

Bu arada cam kubbede bulunan restaurantta yemek yemek isterseniz +49 (0)30 226-29933 veya  kaeferreservierung.berlin@feinkost-kaefer.de adresine e-mail göndererek rezervasyonunuzu yaptırabilirsiniz.
Reichstag'tan kısaca bahsedecek olursak;  Bina'yı 1892'de düzenlenen mimarlık yarışmasını 189 aday arasından kazanan Paul Wallot yapmış ve bina inşaası 1894'te tamamlanmış.
1933 yılında Naziler tarafından çıkartıldığı iddia edilen yangın meydana gelmiş. Nazi iktidarı boyunca parlemento binası, savaş kararları, ülke politikalarını planlamak için yapılan oturumlar için ve Nasyonal Sosyalist propoganda amaçlı kullanılmış.

II. Dünya Savaşı'nda harap olan bina, savaş sonrası Soğuk Savaş döneminde Batı Berlin sınırları içinde kalmış. Paul Baumgarten adlı bir mimarın öncülüğünde 1960’lı yıllarda restorasyon çalışmalarının yapıldığı bina, Almanya'nın 3 Ekim 1990’da birleşmesinin hemen ardından ilk sembolik meclis toplantısına sahiplik yapmış.  20 Haziran 1991 tarihinde Berlin’in yeniden Almanya Cumhuriyeti’nin başkenti olmasıyla Reichstag da yeniden Almanya Federal Meclis binası olmuş. Açılan mimarlık yarışmasını kazanan ünlü mimar Norman Foster’in öncülüğünde yeniden restore edilen bina, Nisan 1999’da meclis binası olarak kullanıma açılmış.

Parlemento Binası'nın dışardan birkaç fotoğrafını çekip Brandenburg Kapısı'na (Brandenburger Tor) gidiyorum. 1788-1791 yılları arasında Carl Gotthard Laghans tarafından yapılan kapı, Berlin'in ana sembollerinden biri. Kapının üstünde yer alan 1793 yılında Johann Gottfried Schadow tarafından barışın sembolü olarak yapılan Quadriga, dünyanın en ünlü quadriga'ları arasında yer alıyor. Berlin'in en ünlü caddelerinden biri olan Unter den Linden bu kapının eşiğinden başlıyor.

Unter den Linden caddesinin girişinden başyarak, Checkpoint Charlie'nin olduğu, Berlin'in önde gelen alışveriş caddelerinden biri olan Friedrichstraße'e yürüyorum. Bu cadde üzerinde ünlü alışveriş merkezi La Fayette'yi gezebilirsiniz. La Fayette dışında birçok ünlü markaların da mağazaları bulunuyor bu cadde üzerinde. Vaktim az olduğu için birkaç fotoğraf çekip, Checkpoint Charlie'ye doğru yürümeye devam ediyorum.

30-40 dklık bir yürüyüşün sonunda Checkpoint Charlie'ye varıyorum. Soğuk Savaşın simgesi olan Checkpoint Charlie, 1961'den-1990'a kadar Doğu Berlin ve Batı Berlin arasında sınır kapısı olmuş. II. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra 27 Ekim 1961'de Sovyet ve Amerikan güçlerinin bir kurşun bile atmadan 16 saat bekledikleri nokta aynı zamanda. Orta bölümde bulunan ABD sektörüne ait kulubenin orjinali Müttefikler Müzesi'nde bulunuyor. Burada duran askerler ile fotoğraf çektirmek isterseniz, birkaç EUR bayılmak zorundasınız, şimdiden söyliyim.

ABD sektörüne ait kulubenin yan tarafındaki Checkpoint Charlie Müzesi (Haus am Checkpoint Charlie, Mauermuseum) mutlaka uğramanız gereken bir müze. Giriş ücreti 12,50 EUR. Müze ilk olarak  Berlin'in doğu ve batı olarak ayrılmış ünlü Bernauer Straße sokağında Rainer Hildebrandt tarafından 2 odalı bir evde kurulmuş. Şimdiki yerine ise 14 Haziran 1963'te geçmiş. Müzede, Berlin Duvar kalıntılarını görebileceğiniz gibi, o dönemde Doğu Berlin'den Batı Berlin'e kaçan insanların çarpıcı kaçış öykülerini ve yöntemlerini tüyleriniz ürpererek görebilirsiniz.

Burdan ayrıldıktan sonra Kurfürstendamm'daki tipik Alman restaurantı olan Berliner Luft'a gidiyorum. Tipik bi Alman yemeği olan soğan çorbası (Zwiebelsuppe) ve Hackbraten ve Erdinger Hefewizen bira söylüyorum ve afiyetle yiyip, içiyorum. Yaklaşık olarak 20 EUR civarı bi para ödüyorum ki bence gayet makul bi rakam.
Ve ilk günü yoğun programın ardından tatlı bir yorgunlukla kapatıyorum.

Berlin'de 2. gün

Sabah 10'da otelden ayrılıp, ünlü Pergamon müzesine gidiyorum. Giriş 18 EUR. Gittiğim müzeler arasında en pahalı olan ancak gerçekten de görülmesi gereken bi müze. Hakkını vererek gezmek isterseniz 4-5 saatini ayırmanız gereken müzedir kendisi. Müze Alfred Messel ve Ludwing Hofman tarafından tasarlanmış ve 1919-1930 yılları arasında inşaa edilmiş. Zeus Sunağı, Milet'in Pazar Kapısı, Athena Tapınağı, Athena Heykeli, Babil'in İsthar Kapısı dışında Ortadoğu Müzesi ve İslam Eserlerini görebilirsiniz. Bu müzeyi ziyaret ettiğinizde eserlerin Türkiye'den kaçırılmadığını, gayet Osmanlı tarafından verildiğini belgeleriyle görürsünüz. "Aman da iyi yapmışlar, biz de olsa çoktan talan olmuştu" tartışması ayrı bi konudur, yeri burası değildir. Ha ama merak ediyorsanız da söyliyim, evet adamlar gayet iyi bakmaktadırlar, zira Zeus sunağının sütunlarına hafif yaslanmamla, bi ablanın gelip beni uyarması aynı saniye içersinde vuku bulmuştur.

Pergamon Müzesi'nden çıktıktan sonra müzenin hemen karşısında kurulan pazara yöneliyorum. Bu pazar 1 gün önceki pazardan çok daha iyi. Almak istediğim o kadar çok şey var ki ama fotoğraf makinesi ve ağır çantası ve daha gezilecek birçok yer yüzünden ağırlık yapmasın diye elimi bile sürmeden bi büfeye yöneliyorum. Hem açım hem yorgun. Bratwurst ve bi bira söylüyorum. Bratwurst, Almanların tipik ekmek arası sosisi diyebilirim. Domuz yemene sıkıntı yoksa kesinlikle tavsiye ederim.

5 EUR'ya öğle yemeğini yedikten sonra Yahudi Müzesi diğer adıyla Jüdisches Museum Berlin'e gidiyorum. Giriş 5 EUR. Müze Almanya'daki Yahudilerin tarihine adanmış bir müze. Müzenin beni en etkileyen bölümü Menashe Kadisman tarafından yapılan "Fallen Leaves" oldu. Bu karanlık, soğuk bölümün zemini demirden yapılmış 10 bin yüzle kaplı. Bu yüzlerin üzerinde yürüdüğünüzde çıkan ses gerçekten ürkütücü. Tam tabiriyle ölenlerin çığlıklarını duyuyor gibi oluyorsunuz. Burdan çıkmadan önce müzede görevli bir çocukla sohbete dalıyoruz. Daha çok kendisi dalıyor, 45 dk. Aklım dışarda, güneş batmak üzere, daha müzede görülecek birçok bölüm var, hepsinin ötesinde ben daha Tiergarten (Berlin'in en büyük parkı) ve Siegessäule'ye (Zafer Anıtı) gideceğim. Kibarca, ne kadar kibar olunabilirse o kadar kibar, sohbet için teşekkür edip, müzenin geri kalan bölümlerini de (mecburen) hızlıca geziyorum. Ancak nafile Tiergarten'a vardığımda hava kararmış bile. Siegessäule etrafından bi tur attıktan sonra,parkın içinde gördüğüm Teehaus'a girip Veltins Pilsener söylüyorum. Özellikle kışın gidecekler için bu mekanı öneririm. Parkta bir yürüyüş yaptıktan sonra buraya gelebilir, eğer şansınıza şömine başında yer varsa bir yudum birşeyler içebilirsiniz.

Akşam yemeği için iş yerinden bir arkadaşımla buluşacağım. Teehaus'tan ayrılıp, Zoologischer Garten metro istasyonuna gidiyorum. Akşam yemeği öncesi istasyondaki bi mekanda Berlin'in en meşhur yemeği currywurst yiyorum. Currywurst nedir derseniz? Kızarmış domuz sosisinin üzerine ketçap ve toz halinde serpilen köri ve yanında dünyanın en lezzetli patates kızartmasıyla servis edilen bi tür fast food. Yanında birayı unutmuyosunuz tabi :)

Bu güzel atıştırmalıktan sonra akşam yemeği yiyeceğimiz yere Kurfurstendamm'da bulunan Alt- Berliner Biersalon'a gidiyoruz. Tipik bi Alman restoranı. Alman mutfağından yemek yemek isterseniz, kesinlikle tavsiye edebileceğim, fiyatlarıyla da makul bir yer. Burada Himbeer aromalı Alman birası olan Berliner Kindl-Weibe içiyorum. Bu biranın bir de Waldmeister aromalı olanı var. Yassı, kısa bi bardakta servis ediliyor.

Kendi başıma yaptığım tur burda sona eriyor. Geri kalan günlerde tüm gün fuarda olduğum için ancak bu kadar gezebildim. Ancak size birkaç mekan önerim ve dikkatimi çeken bir kaç notum daha olacak.

Temmuz'da Radiohead ve Pearl Jam konserleri için yine Berlin'de olacağım. Bu sefer göremediğim yerleri keşfetmek ve müziğe doymak için.

Restoran Önerileri
Josty
Plat Potsdamer Platz'da Sony Center'da. Burayı mutlaka görmelisiniz. Muhteşem bi mimari. Sony Center'daki Josty'de tipik Alman yemekleri yiyebileceğiniz gibi standart yemek alternatifleri de mevcut.

Sagrantino
Behrenstrasse 47'deki pek güzel İtalyan restoranı. Mekan, yemekler ve servis 10 numara.

Weihenstephan
Hackescher Markt'ta dünyanın en eski bira evi.Kuruluş yılı 1040 öyle diyim. Asıl yeri Bavaria'da ancak Berlin'de de açılmış. Bavaria bölgesinin yemeklerinden yiyebilirsiniz ve tabiki meşhur Weihenstephan'dan içebilirsiniz. Bu arada birçok hediyelik eşyanın satıldığı mağaza bulabileceğiniz bira bardaklarını burada 8-7 EUR'ya alabilirsiniz. Eğer satıyor musnuz diye garsona sorarsanız size yardımcı olacaktır.

Mar y Sol
Savignyplatz'da güzel bi İspanyol restoranı. Sangria ve tapaslarını öneririm.



- Çift kişilik yorgan yerine tek kişilik yorgan kullandıklarını,
- Bu kadar lezzetli ekmekleri olduğunu,
- Taksi şöforlerinin emniyet kemeri takmadığını,
- Suyla biranın fiyatının aynı olduğunu,

Bilmiyordum!
















Share this:

CONVERSATION

4 yorum:

  1. Berlin gezim öncesi bloglar arası gezinirken notlarınıza rastladım, çok da yararlı oldular benim için. İlk Berlin seyahatim olacak, aslında gidiş amacım Radiohead ve Pearl Jam konserleri benim de. Gerçi Radiohead konseri talihsizliğe uğradı ama zaten Berlin her türlü gidilmesi gereken bir şehir diye düşünüyorum değil mi:)

    YanıtlaSil
  2. url linkim yanlış olmuş galiba:)

    YanıtlaSil
  3. Selamlar, mesajınızı şimdi gördüm. Az önce Berlin'den döndüm ve muhteşem Pearl Jam konseri ve Berlin'in bambaşka yüzüyle keyifli bir 5 gün geçirdim. Umarım sizin için de güzel geçmiştir Berlin :) Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Pearl Jam gerçekten de muhteşemdi, rüya gibiydi..Berlin ise uzun zamandır yaşamadığım bir şeyi yani bir şehre aşık olmak nedir'i hatırlattı bana..bu kadar seveceğimi ve hayran olacağımı düşünmemiştim..birkaç ay sonra bu sefer iş için gideceğim, nasıl iple çekiyorum anlatamam:) Sevgiler!

    YanıtlaSil