Avrasya Maratonu'nda Yürüyenler

Dün yani 17 Ekim 2010 Pazar günü ilk kez Avrasya Maratonu'na katıldım. Tabi ki fikrin çıkış sebebi "Boğaziçi Köprüsü"nden yürüyerek/koşarak geçmekti. Geçen hafta maratonun web sitesinden kayıt olmaya çalışsam da kayıtların bitmesi sebebiyle başarılı olamamış, bu planımı 2011 ertelemiştim. Ancak bir arkadaşımın Anka Spor Kulübü ile görüşüp bize sıra numarası alması bu hayalimi gerçekleştirmemi sağladı. Pazar sabahı 7.30'da kalkıp, 09.00'da yollara düştük. Altunizade girişine geldiğimde gördüğüm kalabalık ağzımın bir karıştan fazla açılmasına sebep oldu. Evet kalabalık oluyordu ama bu kadarını da beklemiyordum. Sanki İstanbullu bu anı, bu günü beklemiş gibiydi. 70 yaşındaki türbanlı teyzelerden tutun da, bebek arabalarıyla gelen anne-babalara kadar her türlü insan vardı. Silah atışıyla start verilen maratonun aslında bir maraton değil de Pazar yürüyüşü olduğunu anlamamız çok kısa sürdü. Kalabalığın içine karışıp, insan seline bırakıverdik kendimizi. Köpü girişinde Anka Spor Kulübü ile buluşup yolumuza devam ettik. Köprüye giriş anı gerçekten yaşanması gereken bir an. O dev ayakların altında, boğaz manzarası eşliğinde yürümek gerçekten çok keyifli. Tabi bu anı ölümsüzleştirmek için bir sürü fotoğraf çekildi. Köprünün ortasına geldiğimizde kalabalık iyiden iyiye yavaşlamıştı. Ama fotoğraf çektirmek için, ama halay çekmek için, ama piknik yapmak için. Evet evet yanlış okumadınız piknik yapan insanlar vardı. Bildğiniz yer sofrası kurup, termoslarla çay getirip piknik yapan insanlar. Gerçekten çok renkliydi. Bu arada köprü girişinde ufak ufak başlayan sarsıtını, köprü ortasında yerini şiddetli bir sarsıntıya bıraktı. Öyle bir sarsıntıydı ki bir birimize tutunamadan yürüyemedik. Elektrik lambalarının sağlı sollu yana yatışlarını ise görmek ürkütücüydü. Zincirlikuyu'ya kadar yürüdük. Ardından Anka Spor Kulübü'nün servis aracına binerek, Pier Loti'ye doğru yola koyulduk.

Söylemesi ayıptır ilk kez Pier Loti'ye gittim. Birkaç kez girişimde bulunmuş, ancak başarılı olamamıştım. Teleferikle yukarı çıktık ve tavşan kanı çay eşliğinde manzaranın keyfini çıkardık, maratondan kalma yorgunluğumuzu attık. Burda Anka Spor Kulübü'nün hocalarının her bir otistik çocukla nasıl ilgilendiklerinin yakından şahidi oldum. Tanrım kendi anne ve babalarından bile daha büyük bir sabır ve sevgi neredeyse. Hocalarının gözlerinin içine bakıp, ne derse yapıyorlar. Tabi onlara bu noktaya getirmek kolay iş değil. Onları izlerken, duygulanmamak elde değil. Gerçekten müthiş birşey başarıyorlar. Otistik çocukların eğitimi ile ilgili uzun uzun konuşuyoruz. Bu keyifli sohbetten sonra yollarımız ayrılıyor. Biz Karaköy'e gidiyoruz ve en kısa zamanda görüşmek dileğiyle gruptan ayrılıyoruz.

Karaköy Namlı'da güzel bir yemek yedikten sonra, karşıya geçme vakti geliyor. Karaköy-Kadıköy vapuruna binip evin yolunu tutuyoruz.

Yorucu ama çok güzel bir gün geçiyor. Hepimiz için ilklerin olduğu bir gün en azından. Farklı birşeyler yapmış olmanın keyfiyle hafta sonunu noktalıyoruz.

Share this:

CONVERSATION

0 yorum:

Yorum Gönder